Kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanında eşit olarak dağılım göstermesi olarak tanımlanır. Toplumdaki tüm insanların aktif olduğu alanlarda kadın ve erkeklerin eşit hak, imkân ve olanaklara sahip olması gerekir. Cinsiyet (İngilizce olarak sex), doğuştan gelen biyolojik özellikleri içeren bir terim olarak tanımlanıyor. Toplumsal cinsiyet (gender) ise sonradan öğrenilen ve cinsiyete toplum tarafından biçilen rol, sorumluluk ve davranış beklentilerini kapsayan bir terim olarak kabul ediliyor. Örneğin kadınların ev işleriyle ilgilenmesi ya da çocuk bakımını üstlenmesi gibi beklentiler, cinsiyet değil, toplumsal cinsiyetle bağdaştırılan kavram olarak gösteriliyor. Bu alanda yapılan çalışmalara göre, eşitliğin sağlanabilmesi, cinsiyetlere biçilen toplumsal rollerin değiştirilmesi ve eşitlenmesini de içeriyor.
Cinsiyet eşitliği konusunda çalışmalar yapan BM Kadın Birimi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleştirilmesinde dünya genelinde kabul gören yaklaşımı “toplumsal cinsiyetin anaakımlaşması” olarak tanımladı. Bu süreç ise özellikle son 25 yılda hızlandı. 2000 yılında Birleşmiş Milletler Binyıl Zirvesi’nde tüm üye ülkeler tarafından kabul edilen Binyıl Kalkınma Hedefleri arasında toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi ve kadının güçlenmesi yer aldı. Bu alanda gelişimin ölçülmesi için üç kriter belirlendi: İlk, orta ve yüksek öğretimde kız çocukların erkeklere oranı, tarım dışı ücretli işlerde çalışan kadınların oranı ve mecliste kadın üye oranı. Toplumsal cinsiyet eşitliği, BM tarafından da artık bir insan hakkı olarak nitelendiriliyor. Tabi bu akım dünya genelinde yürütülmektedir.
Türkiye için toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını ele alacak olursak toplumumuzun en büyük eksiklerinden biri aslında toplumsal cinsiyet eşitliğidir. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının zeminini Cumhuriyet devrimleri oluşturuyor ve bu dönemde yapılan reformlar kadının yurttaşlık hakkını kazanmasını sağlıyor. 2004 yılında yapılan değişiklikle Anayasa’nın 10’uncu maddesine, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” ifadesi eklenerek, cinsiyet eşitliğine anayasal güvence getirildi.
Siyasi toplumsal cinsiyet kavramı dışında günlük hayatımızı baz aldığımızda aslında her birey kendi alanında dikkat edecek olursa böyle bir toplumsal cinsiyetçilik sorunu kalmayacaktır. Fakat özellikle Türk toplum örf ve adetlerinde önemli noktalarda böyle bir ayrımcılık fazlasıyla göze çarpmaktadır. Bizlerden önceki nesillerle aktarılan ayrımcılık ne yazık ki bizlerden sonraki nesillere de aktarılmaktadır. Yani Türkiye olarak baz aldığımızda öncelikle çocuklarımızı eğitirken örf ve adetlerle aktarılan düşünce yapısına bir el atılmalıdır. Köklü bir şekilde süre gelen toplum yapımıza küçük dokunuşlarla cinsiyet eşitliğini işlemek elbet kolay olmayacaktır. Aslında özellikle sosyal medyada sürekli olarak insanlarımız bu konu hakkında paylaşımlar yapmaktadır. Fakat maalesef yeterli olmamaktadır. Önce ebeveynlerimiz bilinçlendirilip daha sonra toplumsal eşitçilik zihniyeti çocuklarımıza küçük yaşta aşılanması gerekmektedir.
Bir bireyin psikolojik gelişim süreci ilk olarak ailede bulduğu ortamdan başlayarak kadın erkek kavramı olması gereken yerlerde bir tutulmalıdır. Örneğin özellikle bizim toplumumuzda pembe rengi kızlar için olduğu bilinip, mavi rengi ise erkekler için olduğu aşılanıp çocuklarımıza da böyle aktarılmaktadır. Verdiğim örnek küçük bir ayrıntı olarak görülse de cinsiyet ayrımcılığı bu şekilde başlayıp devam etmektedir. Her şeyden önce gelecek nesillerimize düşünce kalıplarımızı aktarmadığımız ve onları kendi düşünceleriyle, zevkleriyle veya kararlarıyla baş başa bıraktığımızda daha sağlıklı, kendi kararlarını ayrımcılık yapmadan verebilen nesiller ortaya çıkacaktır.
Aslında ebeveynlerimiz cinsiyet ayrımcılığında bilinçlenmek istemeden çocuklarına kalıpsal yargılarını aşılamadan onları düşünce özgürlüğüne yöneltse bile bu durum büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Peki kalıpsal yargılar derken nelerden bahsediyoruz birkaç örnekle açıklayacağım. Hepimizin sık duyduğu erkek baskınlığını bebeklikten başlatan kültürümüzdeki ‘ASLAN OĞLUM’ yargısı birincil olarak gösterilebilir. Küçüklükten bu şekilde başlayıp şu anki durumumuzdan da evdeki çocuk bakım sorumluluğun tamamen annelere uygun olduğunun düşünüldüğü bir dönemdeyiz. Kadınlar eşleri çocuklarla ilgilendiğinde mutlu oluyor ve bu lüks olarak görülüyor. Zihniyetimizi değiştirmemiz gereken bir konuda burda devreye giriyor. Yeni doğan bebekler ve tüm çocukların bakım sorumluluğu hem anneye hemde babaya aittir. Çocukların bakımıyla ilgilenen babalara ne kadar ilgili bir baba diyoruz peki siz hiç ne kadar ilgili bir anne duydunuz mu?
Aile hayatı dışında iş hayatında da kadınların kendilerine uygun iş yapmalarını savunuyor. Örneğin taksi şoförlüğü, otobüs kaptanlığı, tamirhane ustalığı hatta mühendislik bile erkek meslekleri olarak görülüyor. Ayrıca Türkiye de kadın erkek iş dağılım oranlarına göre bu mesleklerde kadınların bu mesleklere katılım oranı yok denecek kadar azdır.
Özellikle ülkemizdeki toplumsal cinsiyet ayrımcılığını örneklerimizde açıkça görüyoruz. Peki bu kalıplaşmış yanlışlarımızı değiştirmek için neler yapabiliriz?
Üniversitelerde bazı sözel bölümlerde toplumsal cinsiyet dersleri bulunmaktadır. Bu önemli ders her bölüme gerekirse seçmeli olarak eklenmelidir. Fakat önemli olan bu bilinci çocukluktan vermektir. Kreşlerden itibaren üniversiteye gelene denk toplumsal cinsiyet dersleri müfredata eklenmelidir. Tabi ki çocukların veya gençlerin akıl yaşına göre dersler düzenlenmeli kreşlerde, ilkokul, ortaokul ve lisede hafifletilmiş bir şekilde hatta uygulamalı dersler olarak her vatandaşa bu bilinç sağlanmalıdır. Sadece çocuklar için de değil. Tüm okul hayatımız boyunca velilerimize düzenli olarak veli toplantısı düzenlenir. Fakat öğrenci başarısı ve sınıf içi sorunlar konuşulmaktadır. Büyük bir eksikliktir. O yüzden veli toplantılarına ek olarak ebeveynleri bilinçlendirecek toplumsal cinsiyetçilik konferansları verilmelidir. Ve tabi ki katılım zorunlu tutulmalıdır.
Siyasi makamlar bu konuyu hafife almayıp belediyeleri harekete geçirmelidir. Psikologlarımız, sosyologlarımız iş birliği ederek bu konuda belediyelerle anlaşmalı olarak herkese ulaşacak şekilde toplumu bilinçlendirecek konferanslar, toplantılar düzenlemelidir.
Günümüzde sosyal medya birçok duyurum aracından daha etkilidir. Sosyal bilinç için çeşitli konularda kampanyalar başlatılıyor ve halkımıza sosyal medya aracılığıyla sosyal bilinç aşılanıyor. İnsanlar tarafından takip edilen insanlar birbirleriyle iş birliği içerisinde paylaşımlar yaparak toplumsal cinsiyet konusunda ayaklanma gösterip sosyal bilinç oluşturulmalıdır.
Son olarak iş hayatında yapabileceğimiz projelere değinmek istiyorum. Uzmanlarımız meslek hayatındaki cinsiyet dağılımını kontrol edip oranları normale döndürebilmek için araştırmalar yapmalıdır. Kadın ve erkek oranları dengesiz olan mesleklerde teşvik edici çalışmalara değinilmelidir. Belediyeler oranları dengesiz mesleklere teşvik amaçlı kampanyalar yaratıp örnekle kadınları otobüs, metro şoförlüğüne teşvik edip erkekleri anaokulu öğretmenliğine yöneltecek planlar yapmalıdır.
Bu toplum bilinciyle, bilinçsizliğiyle veya iyisiyle kötüsüyle hepimizindir. Toplumsal dengeyi kurmak için herkes elini taşın altına koyup yardımım dokunur mu dokunmaz mı diye düşünmeyip elinden geldiği kadarıyla iş birliği yapmalıdır.